Avrupalı Seyyahların Gözüyle Ortadoğu 1.Bölüm
Yazarların yurt içi veya yurt dışı gezilerinde gördükleri yerlerden edindikleri izlenim ve bilgileri aktardıkları yazılara, seyahatname denir. Gezmeyi iş edinen kişi seyyah veya gezgin adıyla anılır. Seyahatnamelerde temel amaç yurtiçinde yada yurtdışında görülen yerlerin tarihlerini, medeniyetlerini, doğal güzelliklerini, toplumsal yaşamlarını, gelenek ve göreneklerini tanımaktır. Seyahatnameler çoğu kez birer tarihsel belge niteliği taşımakla birlikte, yazarların izlenimlerini belli bir üslupla yansıttıklarından, aynı zamanda da birer edebi eser olarak da değerlendirilir. Seyahatnameler, yazarların sadece gezip görmek ihtiyacından doğmamıştır. Çeşitli savaşlar, hac ziyareti, görevle başka ülkelere gönderilen memurların yolculukları sebebiyle seyahatnameler yazılmıştır. Yabancı ülkelere gönderilen elçilerin meydana getirdiği seyahatnamelerde, politik konuların dışında gidilip görülen ülke insanlarının zevklerine, eğlencelerine, giyim – kuşamlarına, folkloruna, sosyal, ekonomik, durumlarına dair pek çok bilgi yer alır.
Osmanlı padişahlarının komutasında çıkılan seferlerde uğranılan yerleri, yapılan işleri günü gününe anlatan ruz-nameler, hac yolculuğunun anlatıldığı kitaplarda seyahat-name özelliği taşırlar. Oturulan şehrin her köşesinin insanları ve bütün özellikleri ile anlatıldığı eserler de yazıldıkları yüzyıldan uzaklaştıkça ve araya yüzyıllar girdikçe seyahatname olarak kabul edilirler. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi, konuk yerlerini ve bunların arasındaki uzaklıkları gösteren menazil kitapları, Ayvansarayî’ninHadikatü’l-Cevamii bu türden eserlerdir. Piri Reis’in Kitab-î Bahriye‘si gibi seyahatname türüne girmeyen bazı eserler yada mektuplarda da gezi izlenimlerine yer verildiği olur. Ayrıca sefaretnamelerin çoğunda seyahatname özelliklerine rastlanmaktadır.
Batılıların Türkiye ve Ortadoğu hakkında yazdıkları seyahatnameleri 5 grupta toplamak mümkündür.
1– Çoğu deniz yoluyla Kudüs’e yapılan Hac seferleri sırasında yazılan seyahatnameler.
2– Harpte esir düşenleri memleketlerine döndükten sonra yazdıkları hatıra kitapları.
3– Sırf macera arayan ve zevk için dolaşan seyyahların yazdıkları eserler.
4– Bilgi artırma, Türkiye ve Ortadoğu’yu tanıma amacıyla yapılan seyahatlerden sonra yazılan ve muhteva bakımından en önemli eserler.
5- Osmanlı devletine gelen elçiler ve diğer görevlilerin yazdıkları eserler[1][1].
Osmanlı tarihinin ve dolayısıyla Osmanlı devletinin hakim olduğu saha göz önünde bulundurulacak olursa, Osmanlı ve Ortadoğu tarihinin en önemli kaynaklarından bir tanesi de Seyahatnamelerdir. Bunlar arasında en çok tanınanı, yukarıda da belirtildiği üzere, Evliya Çelebi Seyahatnamesi’dir. Osmanlı İmparatorluğu ile ilgili seyahatnamelerin çoğu Avrupalı seyyahlar tarafından yazılmıştır. Özellikle XVI. Ve XVII.yüzyıllarda Avrupa’da yayımlanmış olan bu tür seyahatnameler Ortadoğu ve Osmanlı hakimiyetinde olan yerler hakkında oldukça önemli bilgiler vermektedir[2][2]. XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu hakkında bilgi veren seyyahların çoğu Avrupalı seyyahlardır. 15301699 tarihleri arasında Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden Osmanlı Şehirlerine pek çok seyyah gelmiştir. Bunun sebebi devrin siyasi ve kültürel olayları ile yakından ilgilidir[3][3]. Bu seyahatnamelerin yazarları olan Avrupalı seyyahlar, Osmanlı şehirlerindeki sosyal ve kültürel hayat konusundaki gözlemlerini yansıtmışlarıdır[4][4].
XVIII. ve XIX. Yüzyılda Osmanlı devletine gelen seyyahların yazdıkları eserler, ilk dönemlerdeki tarafsızlığını yitirmiştir. Osmanlı devleti ile olan politik ve diplomatik ilişkilere göre tarafgir ve Osmanlı devleti hakkında gerçeği yansıtmayan seyahatnameler yazılmaya başlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında seyahatnamelerin ancak tarafsız olanlarının bilimsel bir araştırmaya kaynak olabileceği unutulmamalıdır[5][5]. XVIII.yüzyıl sonlarından başlayarak, XIX. Yüzyıl ve XX. Yüzyıl başlarında, Osmanlı Devletine karşı tarafgir olarak kaleme alınmış seyahatnamelerin sayılarında büyük bir artış görülmektedir. XVI. Ve XVII. Yüzyıllarda yazılmış seyahatnamelerin pek çoğu Osmanlı toplumunu ve kültürünü tarafsız olarak anlatırken XVIII.yüzyıldan itibaren bu tarafsızlıklarını yitirmişlerdir[6][6].
Batının, Doğu alemine ve özellikle de Ortadoğu’ya karşı ilgisi çok eski zamanlara kadar gitmektedir. İlim tarihinde Arapların felsefi ve ilmi eserleri Yunan ve Süryani dillerinden Arapça’ya tercüme etmek için açtıkları “Birinci Tercüme Devrine” karşılık, Batılılar da Arap ve İbrani dillerinden Latince’ye yaptıkları tercümelerle “İkinci Tercüme Devrini” başlatmışlardır. Bu tercüme faaliyetleri özellikle Doğu’da yaşayan milletlerin dil ve dinlerini öğrenmeyi gerektirdiğinden, Orientalism XIII. Yüzyıldan itibaren bu alanda gelişmeye başlamıştır. Böylece XV. Yüzyılın sonuna gelindiğinde başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupa’nın pek çok ülkesinde doğu dillerini bilen Şarkiyat İlmi ile uğraşanların sayıları oldukça artmıştır. Din adamlarının elinde, dini yaymak için bir vasıta olarak kullanılmak istenen Orientalism, XVII. Yüzyılın sonlarına doğru şekil değiştirmiş ve bu dönemden sonra siyasi müdahale aracı ve diplomasinin yardımcısı olarak kendisini göstermiştir.
Orientalism’in siyasi nüfuz aracı olarak kullanılmaya başlaması ile Doğu’ya ait her şeyin bilinmesi daha da büyük bir önem kazanmıştır. Dolayısıyla bu konudaki çalışmalara İngiltere ve Fransa’nın yanı sıra Rusya ve Almanya’da büyük ağırlık vermeğe başlamışlardır. Avrupalı devletler, misyonerlik veya diplomasi işinde kullanılmak üzere yetiştirilen Orientalistlere, Doğu’nun dilleri yanı sıra tarihi, sosyal hayatı, sanatı ve eski eserleri hakkında da çok ayrıntılı bilgiler öğretmişlerdir[7][7]. XVIII.yüzyıldan itibaren, Osmanlı devletine gelen seyyahların büyük bir çoğunluğu, siyasi ve politik kaygılardan hareket ettikleri için, eserlerinde tarafsız olamamışlardır. Yazmış oldukları seyahatnamelerde bir miktar tarafsız olduğu gözlemlenen yazarlar da, gezmiş oldukları bölgelerde kendi devletlerinin işine yarayacak bilgi ve gözlemlerini eserlerine yansıtmışlardır.
Bu çalışmada özellikle XVIII. Ve XIX. Yüzyıllara ait bazı seyahatnameler ele alınacak ve ayrıntılı olarak, tanıtılacaktır. Dolayısıyla bölgenin şekillenmesinde ve bugünkü duruma gelinmesinde Avrupalı devletlere hizmet eden bu seyyahların ne kadar önemli bir görev yaptıkları ve Türkler açısından bölgede ne büyük ölçüde tahribat yaptıkları ile bölgede yaşayan çeşitli din ve etnik gruplara mensup insanların ne kadar büyük ölçüde etki altında bırakıldıkları, ayrıntılı olarak ortaya konulacaktır. Ancak konuya girilmeden önce, Ortadoğu tabirinin siyasi ve coğrafi açıdan kısaca açıklanması gerekmektedir.
Siyasi bir terim olan Ortadoğu, XIX. yüzyılda ilk defa İngiltere tarafından kullanılan ve daha sonra Dünya siyasi ve coğrafi literatürüne giren bir terimdir. Bilindiği üzere, Ortadoğu’dan başka Doğu tabiri ile anılan, Yakındoğu ve Uzakdoğu tabirleri de vardır. Bütün bu bölgelerin mihveri İngiltere’dir. Yakın, Orta ve Uzak tabirleri, İngiltere’ye göredir.
Her ne kadar Ortadoğu’nun sınırları üzerinde kesin bir mutabakat yok ise de, ekseriyet tarafından kabul edilen Ortadoğu; Basra Körfezi, Akdeniz ve Kızıldeniz ile sınırlı olan bugünkü Suriye, Irak, Filistin, Ürdün, Lübnan, İsrail, Suudi Arabistan, Yemen ve Körfez Emirliklerini içerisine alan bölgedir. Bu bölgeye tarihi-coğrafi yakınlığı ve kültürel birliği, stratejik mevkileri nazar-ı itibara alındığında Ortadoğu coğrafyasına, Türkiye, İran, Mısır, Libya ve Sudan’ı da dâhil etmek mümkündür. Öte yandan bu tabiri, Afganistan ve Pakistan’dan başlayıp, bütün Hicaz bölgesini, İran ve Türkiye’yi Doğu Akdeniz ve Bütün Kuzey Afrika’yı içine alacak şekilde genişleten görüşler de vardır. Dahası Ortadoğu tabirini, kültürel bir veçheden gören ve bu tabiri bütün İslam ülkelerine teşmil eden görüşler de vardır. Ancak gerçekten Ortadoğu’nun sınırları; siyasi, kültürel ve etnik yapısı itibariyle yukarıda bahsi geçen Basra körfezi, Akdeniz ve Kızıldeniz ile sınırlı olan coğrafyadır. Zira bu bölgenin coğrafi özellikleri büyük farklılıklar arz etmemekte ve büyük benzerlikler göstermektedir. Kültürel ve etnik bakımdan da aynı kökene dayanmakta olup, dil, din ve günlük yaşayış itibariyle de birbirlerinden farklılık arz etmemektedir[8][8].
Bu sınırlar içerisinde bakıldığında Ortadoğu’nun Asya, Avrupa ve Afrika’yı kara ve deniz yolları ile birbirine bağlayan çok önemli bir konumda olduğu görülecektir. Akdeniz bir yandan kısa sayılabilecek bir kara yolu ile Basra körfezine, oradan İran ve Hindistan’a, Anadolu üzerinden de Kafkaslar ötesine, öte yandan da Süveyş’ten Kızıldeniz’e bağlanmak suretiyle bütün Doğu Afrika’ya bağlanmaktadır. Ortadoğu, kara yolu ile bir yandan Kuzey Afrika’ya, bir yandan da Anadolu üzerinden Balkanlar’a ve Avrupa’ya bağlanmaktadır. Böylece Ortadoğu’nun hinterlandı ihtiva ettiği sınırların çok ötesine aşarak, Dünya’nın en eski ve en güçlü siyasi, iktisadi ve kültürel güç merkezlerine bağlanmaktadır.
Fırat ve Dicle’nin suladığı Mezopotamya ile Nil’ın suladığı Mısır’da Dünya’nın ilk büyük medeniyetleri kurulmuştur. Sümer, Babil ve Eski Mısır medeniyetleri de bu bölgede belirmiştir. Dünya tarih ve medeniyetine yön veren kaynaklık eden bu büyük medeniyetler sadece Ortadoğu’nun gelişmesine tesir etmemiş, aynı zamanda Dünya tarih ve kültüre de hizmet etmiştir. En eski yerleşmeler, ilk ziraat ve yazının icadı bu bölgede olmuştur. Üç büyük kitabi din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet) burada doğmuştur. Öyle ki, Ortadoğu ile ilgisi olmayan, Ortadoğu siyasetinden, siyasi ve kültürel tarihinden etkilenmeyen hiç bir oluşum veya bölge yok gibidir. Nerede ise İnsanlık Tarihi, Ortadoğu tarihi ile paralellik arz etmektedir[9][9].
Bir cevap yazın